BATIDA YAŞAYAN MÜSLÜMANLARA FIKIH / Ayetullah Uzma Seyit Ali Hüseyni Sistani
Şia inancına göre hakimiyet Yüce Allah’a has olup bu hakimiyet İlahi Rububiyetin gereksinimidir. Allah izin vermedikçe hiç kimsenin insan üzerinde hakimiyeti yoktur. Peygamberler ve onların sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.a) ve masum İmamlar’ın (a.s) All..
Şia inancına göre hakimiyet Yüce Allah’a has olup bu hakimiyet İlahi Rububiyetin gereksinimidir. Allah izin vermedikçe hiç kimsenin insan üzerinde hakimiyeti yoktur. Peygamberler ve onların sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.a) ve masum İmamlar’ın (a.s) Allah tarafından insanlar üzerinde hakimiyetleri vardır. Bu hakimiyet Allah tarafından onlara verilmiştir.
Masum imamların (12 imam) velayet ve hakimiyeti kendi yerinde Kuran, sünnet ve akıl delilleriyle ispatlanmıştır. Allah’ın hükümlerinin icrasının garantisi olan bu velayet 12. İmam Hz. İmam Mehdi (a.f)’nın gaybetinden sonra bir müddet has naiplerle (vekillerle) devam etmiş daha sonra gerekli şartlara sahip olan fakihler tarafından (umumi niyabet olarak) O Hazret zuhur edene kadarda devam edecektir. Bizim üzerinde durmak istediğimizde zaten bu umumi niyabettir. Bu konuda küçük bir bilgi vermeden önce bazı noktaları açıklamak gerekecektir.
1-İslam dini son din olup, onun hükümlerinin de kıyamete kadar geçerli olduğu konusu tartışılmasızdır. Yüce Allah’ın nazil ettiği bu emirlerin birçoğunun açıklanamaya ve tefsir edilmeye ihtiyacı vardır. Hükümler, yerlerine ve mistaklarına tatbik edilerek tayin edilmelidir.
2-İslam-i öğretilerin özelliklede fıkhın bütün çağ ve mekanlara hitap etmesi, dirilik ve tazeliğini koruması, böylelikle de kendi tekamül seyrini devam etmesi için; sürekli ve kesintisiz bir şekilde hareket halinde olması ve güncel sorunlara cevap vermesi gerekir. İslam’da kural, kanun ve hüküm boşluğu yoktur. Yani insanlar kıyamet gününe değin ihtiyaç duyabileceği hüküm ve prensiplerin tamamı İslam’ın potansiyelinde olup kesinlikle beyan edilmiştir. Bu beyan kimi zaman apaçık mevzusuyla ortada olup, kimi zaman da genel bir hüküm çerçevesinde açıklanmıştır. İşte burada fakihin fonksiyonu ortaya çıkmaktadır. Fakih, fıkhın dört temel kaynağına müracaat ederek gerekli bütün hükümleri bulup ortaya çıkarmak ve umumun hizmetine sunmakla mükelleftir. Zira İslam dini bütün çağ ve mekanlar için geçerli fıkhi hükümleri taşımakta olup, bu açıdan eksiksizdir: "Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim.”[1]
3-İnsan aklı, bilgisi ve ihtisası olmadığı konularda uzmanlara müracaat etmeği gerekli görür. Örneğin akıl, kendi hastalığını iyileştirmeye kadir olmayan hastanın, doktora gitmesi gerektiğine hükmeder. Veya ev yapma konusunda bilgisi olmayanın da mühendise gitmesi gerekmektedir. Aynı şekilde bütün insanlar islam-i hükümleri şeriatın asıl kaynaklarına dayanarak istihraç etme gücüne ve fırsatına sahip değillerdir. Öyleyse bu güce ve bilgiye en iyi düzeyde sahip olanlara müracaat etmeleri gerekmektedir. Nahl süresi 16. Ayette şöyle buyurmaktadır: “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun”
Belli bir ilim konusunda ihtisas sahibi olanların, konunun cüziyatında (ayrıntılarında) görüş farklılıkları olması tabiidir. Burada da yine akıl devreye girerek en fazla ihtisas sahibi olana müracaat edilmesi gerektiğine hükmeder. Şer-i hükümlerde konu aynıdır. Her şahıs kendi vazifesini belirlemek için A’lem (daha bilgili) olana taklit etmelidir.
Masum imamlar (a.s) da, onlara ulaşmamız mümkün olmadığı zamanlarda, bazı özel şartlara sahip olan kişilere müracaat edilmesini emretmişlerdir. Önceden de dediğimiz gibi masum tarafından yapılan atamalar iki çeşittir. Ya has atamadır ki masumun kendisi bizzat atar veya umumi atamadır ki belirli şartlara sahip olanlar bu atamayla müslümalar üzerinde velayet hakkına sahip olurlar. İslam-i hükümleri masumun gaybet döneminde bu şahıslardan öğreniriz. Şia tarihi boyunca hiçbir fakih, fakihin hiçbir velayeti olmadığını söylememiştir. Fakihler arasında sadece bu velayetin mertebe ve dereceleri konusunda ihtilaf vardır. Fakihin gaybet döneminde velayeti vardır. Fakihin velayeti İslam dinini her türlü tehlikeden korumaktır. Bu onun en önemli ve birinci vazifesidir.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Sizden kim bizim sözlerimizi rivayet eder ve helal ve haramlarımızda nazariye sahibi olursa ve hükümlerimizi tanırsa onun hükmünü kabul edin” helal ve haramı bilen ve hükümlerden haberdar olandan kasıt fakihtir. Masuma ulaşmamızın mümkün olmadığı durumlarda fakih halkın hakimidir ve bu hakimiyet masumdan ona ulaşmıştır. Aynı rivayette şöyle gelmiştir. “Biz onu size hakim kıldık.” Buradan anlaşılan imamın belirli bir kişiye bu hakimiyeti vermediğidir. Yine aynı rivayette şöyle gelmiştir: “Eğer bizim hükmümüzle hükmeder ve sizde kabul etmezseniz, Allah’ın hükmüne muhalefet etmiş ve bizi reddetmiş olursunuz. Bizi reddetmek ise Allah’ı reddetmektir. Buda Allah’a şirk haddindedir.”
Hatta gelen rivayetlerde masum imamın hayatında ona ulaşmak mümkün olmazsa halkın görevi gerekli şartlara sahip olan fakihlere müracaat etmek olduğu açıkça görülmektedir. Masumun huzurunun olmadığı gaybet döneminde bu fakihlere müracaat etmeğe daha fazla ihtiyaç duyulacağı açıktır. Gaybet dönemine (İmam’ın huzurunun olmadığı dönem) ait rivayetlerde bu açıkça gelmiştir. İmamı Zaman (a.f)’den gelen emirde şöyle buyurmaktalar: “Yeni vaki bulan hadiselerde bizim hadislerimizi rivayet edenlere (fakihlere) müracaat edin. Zira onlar benim, sizin üzerinizdeki hüccetlerimdir. Bende, Allah’ın onlar üzerindeki hüccetiyim.” Buradan fakihin velayeti olduğu, emir verenin, emir ve yasakları diyecek olanın, toplumun işlerini, ilahi kuralları beyan edecek ve uygulayacak olanın o olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Halkta ona itaat etmekle vazifelidir. İmamın hayatında atadığı vekillerine itaat etmek nasıl farz ise bu dönemde de bu şartlara sahip olan fakihe itaat etmek farzdır.
Kıyamete kadar devam edecek olan bu silsilenin asrımız halkalarından biri olan Hazreti Ayetullah el-Uzma Seyid Ali Hüseyni Sistani, bu kitabıyla İslam’ın bütün zaman ve mekanlara hükmettiğini gözler önüne sererken, her zaman Müslümanlara açık olan içtihat kapısının tarihler boyu İslam dinine yaptığı hizmeti açıkça ortaya koymaktadır. Tüp bebekten eyts hastalığına, organ naklinden genetik ilmine kadar yüzlerce sorunun cevabını değerli fetvalarıyla müslümanlara iletmektedirler. Özellikle bu kitapta, Hazreti Ayetullah Sistani batıda yaşayan ve islam-i olmayan bir ortamda inançlarını kaybetmeyen müslüman kardeşlerimizin, fıkhi sorunlarına eğilmektedir. Bu Ehlibeyt müçtehidinin bereketli ömürlerinin uzun, izzetlerinin daimi olmasını Allah’tan niyaz ederiz.