Asıl adı Sadreddin Şîrâzî olan, ilim ehli ve öğrencileri arasında ise Sadrü’l-Müteellihin olarak tanınan Molla Sadrâ; Kur’an ve sünnet ışığında, Şeyhlerin Reisi İbn Sînâ, ilâhî filozofların önderi Sühreverdî ve Şeyh-i Ekber İbn Arabî peşinde yol alıp üstün bir “sentez” gerçekleştirmiştir. O, Toshihiko Izutsu’nun da dediği gibi “Kelimenin tam manasıyla İslâm felsefesine yeniden hayat veren bir kişiydi. Zira o, seleflerinin geliştirdiği tüm önemli kişileri özümsemiş ve bunları kendi orijinal felsefî dehasıyla büyük bir ilâhî hikmet sistemi haline getirerek istikbaldeki mükemmel sınırsız gelişmelere kapı aralamıştır.” Molla Sadrâ, kendisinden önce İslam felsefesine hâkim olan iki felsefe türünü, yani el-Hikmetü’l-Meşşâîyye ve el-Hikmetü’l-İşrâkîyye’yi “sentezleyerek”, el-Hikmetü’l-Müteâliye adını verdiği yepyeni ve orijinal bir hikmet türü kurmayı başardı. Fakat bu sentez, sadece “telif etme” ve onları uzlaştırma suretiyle değil, İslam tarihinde ilk kez onun hem teklif ettiği hem de açıkladığı felsefî bir ilkeye dayanarak gerçekleştirilmiştir.
Molla Sadrâ bereketli ömrü boyunca; dinî ilimler, metafizik, hikmet, irfan, felsefe, mantık ve kelâmla ilgili birçok eser kaleme almıştır. Âriflerin İksiri adlı elinizdeki kitabı ise onun, irfan alanında kaleme aldığı önemli bir eserdir. Sadrâ, bu kitabı dört bölüme ayırdığını söyleyerek, bölümler hakkında şu bilgilendirmeği yapar: Birincisi, ilimlerin sayımı ve kısımları; ikincisi, marifet ve hikmetin yeri ki, o, insanî hüviyettir; üçüncüsü, “ilimlerin faili”nin bilgisi ve marifetleri bolca bağışlayan ki, o, bütün şeylerin mebde-i evvelidir (ilk mebde); dördüncüsü aslî gayelerin marifetidir ki, o “en uzak gaye”dir.